HURDACININ AŞKI
Hurdacı genç el arabasıyla hurda toplamaya çıkmıştı: " Haydi, demir alırım, bakır alırım, alüminyum alırım, sarı alırım. " diye bağırıyordu. Çok zengin, katları, yatları, köşkleri, fabrikaları bulunan bir ailenin kızı olan Hülya, üstü açık, spor arabasıyla köşkün bahçesinden yola çıkmıştı. Hurdacı gencin sesini duyunca frene bastı. Bekledi. Hurdacı genç, arabasının yanından geçerken: " Affedersiniz ama, siz aldığınız demirleri, bakırları ne yapıyorsunuz? " diye sordu.
Bunun üzerine hurdacı genç durdu: " Ne yapacağım, bunları alan hurda deposu var, oraya satıyorum. "
" İyi kazanıyor musun? Bu iş günde ne kadar para bırakıyor? "
" Ben çok gezerim. Gün sonunda on kağıt kazandıysam, keyfim yerine gelir. Bazen çöpten hurda çıkıyor. Böyle hurdanın tümü kar. On beş-yirmi kağıt kazandığım günler oldu. Böyle ballı günlerde, kendime bir ziyafet çekerim. "
" Ziyafet mi? Nasıl bir ziyafet bu? Kokteyl partisi falan mı? "
" Kokteyl partisini hiç duymadım. Bir keresinde Cumhuriyet Halk Partisi'ne gitmiştim. Sağ olsunlar. Bana çok iyi davrandılar. Çıkarken, buyur, yine gel dedilerdi ya, ikinci kere gidemedim. "
" Siz neler söylüyorsunuz? Cumhuriyet Halk Partisi de nereden çıktı? Kendime ziyafet çekerim dediydiniz. "
" Ziyafet işte ama kendi çapımda. Çarşıdaki kebapçıda bir buçuk iskender yerim."
Yakışıklı hurdacı genç, muzipçe o kadar güzel gülümsedi ki, Hülya da gülümsemekten kendini alamadı. Hülya'nın birden aklına köşkün arka tarafındaki atıl demirler geldi. Orada bir de eski soba vardı. Çocukluğundan beri onlar orada duruyordu. Bilmem bu genç onlara kaç para verirdi?
Hülya: " Arkadaş, senin adın ne? " diye sordu. " Benim adım Hülya: "
Hurdacı genç: " Benim adımda Şevket ama arkadaşlar bana Şevko derler. "
Hülya: " Şevko, bizim köşkün arka tarafında hurda demirler var. Sanırım bir de eski soba olacaktı. Onlara ne verirsin? "
Şevko: " Önce demirleri ve sobayı göreyim sonra bir fiyat biçerim. "
Hülya spor arabasını köşkün önüne park etti. Şevko ise, tek tekerlekli el arabasını iterek, birlikte köşkün bahçesine girdiler ve köşkün arka tarafına doğru yürüdüler. Onları köşkün penceresinden seyretmekte olan Hülya'nın babası, yanında korumaları olduğu halde, bahçeye çıktı ve Hülya'nın yanına gitti.
Hülya'nın babası: " Kızım ne oluyor? Bu hurdacı da neyin nesi? "
Hülya: " Hiç babacığım. Bu Şevko. Az önce arkadaş olduk. "
Hülya'nın babası: " Arkadaş mı oldun? "
Hülya: " Evet, arkadaş oldum ve buradaki demirleri ona satmak istiyorum. "
Hülya'nın babası: " Ee iyi, sat bakalım. "
Hülya, Şevko'dan yana dönerek: " Arkadaş, bu demirlere ve sobaya ne verirsin? "
Şevko: " Demirler para etmez, arabaya atıvereyim. Sobaya beş lira veririm. "
Hülya: " Sen şimdi bu kadar demir para etmez diyorsun ha? Ama kilo hesabı satacaksın. Demirler kalsın. Sobaya beş lira az, şuna on beş desek. "
Şevko: " Hemen kızma arkadaş! Sobaya on beş tamam ama yanında demirleri de isterim yani burada ne varsa hepsine on beş. "
Hülya: " Olmaz! Hepsine yirmi. Beş kuruş aşağı olmaz. "
Şevko: " Tamam, hepsine yirmi. Ben şunları arabaya yükleyivereyim. "
Şevko, demirleri ve sobayı arabasına yükledikten sonra, Hülya'ya dönerek: " Şimdilik beş lirayı vereyim, kalanı yarın bu vakitler buraya getiririm. Görüşmek üzere. " deyip, arabasını iterek gö türmeye başladı.
Hülya, Şevko'nun verdiği beş liraya bakakaldı. Bir an babasıyla göz göze geldi. Babası onun haline acıyarak bakıyordu: " Kızım, seni Amerikalarda boşuna okutmuşum. İktisat üniversitesinden mezunsun ama üniversitenin ünisinden haberi olmayan birine karşı yirmi sıfır galip gelmen gerekirken, on beşe beş yeniliyorsun. Bu genç sana on beş lirayı getirmez. Gitti gider. "
Babası bu sözleri söyledikten sonra korumalarıyla birlikte uzaklaştı. Hülya iki damla gözyaşının yanaklarına süzüldüğünü fark etti. Bebeklik günleri hariç, ağlamadığını biliyordu. Çok iyi bildiği bir şey daha vardı: İnsan karakterleri. Karakter tahmini işinde hiçbir zaman yanılmamıştı. Tahmini doğru çıkarsa, Şevko yarın gelir ve on beş lirayı getirirdi. Eğer Şevko yarın gelir ve on beş lirayı getirirse, ondan ayrılmayacağına kendi kendine söz verdi.
Yarın olmuştu. Hülya bir saati aşkın bir zamandır köşkün bahçesinde dolanıp duruyordu. Bilmem kaçıncı defa bahçe kapısına yaklaşmıştı ki, Şevko'yu gördü. Şevko gelmişti: " Kusura bakma, arkadaş. Dün yanımda başka param yoktu da ondan öyle oldu. Yoksa borç bırakmak istemezdim. İşte on beş lira. "
Hülya: " Parayı getirdin ya gerisinin önemi yok. Demirlerle sobayı satınca sana iyi kar kaldı mı? "
Şevko: " Aman, ne demezsin! Çok iyi kazandım. Onları altmış liraya aldılar. Yirmi sana verdim bana kırk lira kaldı. Şimdiye kadar böyle ballı alışveriş yapmamıştım. Çarşıdaki kebapçıya gidiyorum. Benimle gelir misin, arkadaş? İskender haricinde ayran, kola ne içersen ısmarlarım. "
Hülya, Şevko'nun dediklerine bir güldü, bir güldü ki sormayın!
Onlar çarşıdaki kebapçıda çok güzel ve neşeli bir ziyafet çektiler. Hülya konuşma aralarına sorular sıkıştırarak Şevko'yu daha yakından tanımak fırsatını buldu. Onda gelişmeye, daha çok kazanmaya uygun muhteşem bir ticari zeka bulunduğunu fark etti. Dört yıllık hurdacı ve yirmi beş yaşındaydı. Askerliğini yaptıktan sonra köyüne dönmemiş, Bursa'da kalmıştı. Köyünde beşi bitirmiş, altının yan kapısından geçmişti. ( Altıncı sınıfa ait birkaç kitap bulmuş ve bunları okumuştu. ) Daha dün canlıca yaşadığı olayda adam beş lira sermaye ile on beş lira borcunu ödemiş, kırk lira da temiz para kazanmıştı. Yirmi liranın karı kırk lira olmuştu. Demek ki, yirmi bin lirası olsa kısa zamanda kırk bin lira kar edebilirdi.
Hurdacı genç el arabasıyla hurda toplamaya çıkmıştı: " Haydi, demir alırım, bakır alırım, alüminyum alırım, sarı alırım. " diye bağırıyordu. Çok zengin, katları, yatları, köşkleri, fabrikaları bulunan bir ailenin kızı olan Hülya, üstü açık, spor arabasıyla köşkün bahçesinden yola çıkmıştı. Hurdacı gencin sesini duyunca frene bastı. Bekledi. Hurdacı genç, arabasının yanından geçerken: " Affedersiniz ama, siz aldığınız demirleri, bakırları ne yapıyorsunuz? " diye sordu.
Bunun üzerine hurdacı genç durdu: " Ne yapacağım, bunları alan hurda deposu var, oraya satıyorum. "
" İyi kazanıyor musun? Bu iş günde ne kadar para bırakıyor? "
" Ben çok gezerim. Gün sonunda on kağıt kazandıysam, keyfim yerine gelir. Bazen çöpten hurda çıkıyor. Böyle hurdanın tümü kar. On beş-yirmi kağıt kazandığım günler oldu. Böyle ballı günlerde, kendime bir ziyafet çekerim. "
" Ziyafet mi? Nasıl bir ziyafet bu? Kokteyl partisi falan mı? "
" Kokteyl partisini hiç duymadım. Bir keresinde Cumhuriyet Halk Partisi'ne gitmiştim. Sağ olsunlar. Bana çok iyi davrandılar. Çıkarken, buyur, yine gel dedilerdi ya, ikinci kere gidemedim. "
" Siz neler söylüyorsunuz? Cumhuriyet Halk Partisi de nereden çıktı? Kendime ziyafet çekerim dediydiniz. "
" Ziyafet işte ama kendi çapımda. Çarşıdaki kebapçıda bir buçuk iskender yerim."
Yakışıklı hurdacı genç, muzipçe o kadar güzel gülümsedi ki, Hülya da gülümsemekten kendini alamadı. Hülya'nın birden aklına köşkün arka tarafındaki atıl demirler geldi. Orada bir de eski soba vardı. Çocukluğundan beri onlar orada duruyordu. Bilmem bu genç onlara kaç para verirdi?
Hülya: " Arkadaş, senin adın ne? " diye sordu. " Benim adım Hülya: "
Hurdacı genç: " Benim adımda Şevket ama arkadaşlar bana Şevko derler. "
Hülya: " Şevko, bizim köşkün arka tarafında hurda demirler var. Sanırım bir de eski soba olacaktı. Onlara ne verirsin? "
Şevko: " Önce demirleri ve sobayı göreyim sonra bir fiyat biçerim. "
Hülya spor arabasını köşkün önüne park etti. Şevko ise, tek tekerlekli el arabasını iterek, birlikte köşkün bahçesine girdiler ve köşkün arka tarafına doğru yürüdüler. Onları köşkün penceresinden seyretmekte olan Hülya'nın babası, yanında korumaları olduğu halde, bahçeye çıktı ve Hülya'nın yanına gitti.
Hülya'nın babası: " Kızım ne oluyor? Bu hurdacı da neyin nesi? "
Hülya: " Hiç babacığım. Bu Şevko. Az önce arkadaş olduk. "
Hülya'nın babası: " Arkadaş mı oldun? "
Hülya: " Evet, arkadaş oldum ve buradaki demirleri ona satmak istiyorum. "
Hülya'nın babası: " Ee iyi, sat bakalım. "
Hülya, Şevko'dan yana dönerek: " Arkadaş, bu demirlere ve sobaya ne verirsin? "
Şevko: " Demirler para etmez, arabaya atıvereyim. Sobaya beş lira veririm. "
Hülya: " Sen şimdi bu kadar demir para etmez diyorsun ha? Ama kilo hesabı satacaksın. Demirler kalsın. Sobaya beş lira az, şuna on beş desek. "
Şevko: " Hemen kızma arkadaş! Sobaya on beş tamam ama yanında demirleri de isterim yani burada ne varsa hepsine on beş. "
Hülya: " Olmaz! Hepsine yirmi. Beş kuruş aşağı olmaz. "
Şevko: " Tamam, hepsine yirmi. Ben şunları arabaya yükleyivereyim. "
Şevko, demirleri ve sobayı arabasına yükledikten sonra, Hülya'ya dönerek: " Şimdilik beş lirayı vereyim, kalanı yarın bu vakitler buraya getiririm. Görüşmek üzere. " deyip, arabasını iterek gö türmeye başladı.
Hülya, Şevko'nun verdiği beş liraya bakakaldı. Bir an babasıyla göz göze geldi. Babası onun haline acıyarak bakıyordu: " Kızım, seni Amerikalarda boşuna okutmuşum. İktisat üniversitesinden mezunsun ama üniversitenin ünisinden haberi olmayan birine karşı yirmi sıfır galip gelmen gerekirken, on beşe beş yeniliyorsun. Bu genç sana on beş lirayı getirmez. Gitti gider. "
Babası bu sözleri söyledikten sonra korumalarıyla birlikte uzaklaştı. Hülya iki damla gözyaşının yanaklarına süzüldüğünü fark etti. Bebeklik günleri hariç, ağlamadığını biliyordu. Çok iyi bildiği bir şey daha vardı: İnsan karakterleri. Karakter tahmini işinde hiçbir zaman yanılmamıştı. Tahmini doğru çıkarsa, Şevko yarın gelir ve on beş lirayı getirirdi. Eğer Şevko yarın gelir ve on beş lirayı getirirse, ondan ayrılmayacağına kendi kendine söz verdi.
Yarın olmuştu. Hülya bir saati aşkın bir zamandır köşkün bahçesinde dolanıp duruyordu. Bilmem kaçıncı defa bahçe kapısına yaklaşmıştı ki, Şevko'yu gördü. Şevko gelmişti: " Kusura bakma, arkadaş. Dün yanımda başka param yoktu da ondan öyle oldu. Yoksa borç bırakmak istemezdim. İşte on beş lira. "
Hülya: " Parayı getirdin ya gerisinin önemi yok. Demirlerle sobayı satınca sana iyi kar kaldı mı? "
Şevko: " Aman, ne demezsin! Çok iyi kazandım. Onları altmış liraya aldılar. Yirmi sana verdim bana kırk lira kaldı. Şimdiye kadar böyle ballı alışveriş yapmamıştım. Çarşıdaki kebapçıya gidiyorum. Benimle gelir misin, arkadaş? İskender haricinde ayran, kola ne içersen ısmarlarım. "
Hülya, Şevko'nun dediklerine bir güldü, bir güldü ki sormayın!
Onlar çarşıdaki kebapçıda çok güzel ve neşeli bir ziyafet çektiler. Hülya konuşma aralarına sorular sıkıştırarak Şevko'yu daha yakından tanımak fırsatını buldu. Onda gelişmeye, daha çok kazanmaya uygun muhteşem bir ticari zeka bulunduğunu fark etti. Dört yıllık hurdacı ve yirmi beş yaşındaydı. Askerliğini yaptıktan sonra köyüne dönmemiş, Bursa'da kalmıştı. Köyünde beşi bitirmiş, altının yan kapısından geçmişti. ( Altıncı sınıfa ait birkaç kitap bulmuş ve bunları okumuştu. ) Daha dün canlıca yaşadığı olayda adam beş lira sermaye ile on beş lira borcunu ödemiş, kırk lira da temiz para kazanmıştı. Yirmi liranın karı kırk lira olmuştu. Demek ki, yirmi bin lirası olsa kısa zamanda kırk bin lira kar edebilirdi.